İslam Ülkelerinin Suskunluğu Sadece Filistin’e Değil, İnancımıza, İnsanlığa, Huzur ve Barış İklimine de İhanettir! | Saadet Partisi
 
   

İslam Ülkelerinin Suskunluğu Sadece Filistin’e Değil, İnancımıza, İnsanlığa, Huzur ve Barış İklimine de İhanettir!

16.10.2024

İslam Ülkelerinin Suskunluğu Sadece Filistin’e Değil, İnancımıza, İnsanlığa, Huzur ve Barış İklimine de İhanettir!

Genel Başkan Vekilimiz Mahmut Arıkan, TBMM Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin önemine ve tarihteki yerine dikkat çekerek konuşmasına başlayan Genel Başkan Vekilimiz Arıkan, şunları söyledi;

“Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında bir araya geldik.100 yıl evvel, Osmanlı Devleti, emperyalist öbekler tarafından; etnik ve mezhepsel zehirlerle önce hasta adama dönüştürülmüş; ardından fiili işgal, askeri saldırılarla ölü adama dönüştürülmeye çalışılmıştı. Hiç beklemedikleri bir anda, tam da bugünkü gibi bir konjonktürde küllerinden doğan Anadolu irfanı, bilinçli ve kapsamlı kongrelerle pekiştirildi. Yedi düvel karşısında çoktan havlu atması beklenirken yoksul Türk milleti garbın tanklarını, süngüyle püskürttü.

Anadolu evlatlarının eşsiz imanı hiçbir zaman azalmamış olacak ki; Allah'ın yardımı ve Ankara'daki karargahın ruhuyla, emperyal ordularını Çanakkale'de ve İzmir'de soğuk sulara gömdü. İşte Türkiye Büyük Millet Meclisi, aziz milletimizin istiklalini, Batı’nın lobi kurumlarına peşkeş çekmemenin adıdır. 1920'de büyük bedeller ve siyasi bilinçle inşa edilen yüce meclisimiz dualarla açılmıştı. Bu demektir ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi dünyevi hesaplarla değil manevi anlamlarla kıyamete kadar ayakta kalacaktır. Bu çatı Lordlar Kamarası değildir. Halkımızın inanç değerlerini ve nesillerimizin ümidini harcayan sonradan görme aristokrasinin makamı asla değildir.

AK PARTİ VE MHP GRUBU TÜM ÖNERGELERİMİZİ REDDEDEREK BU MİLLETİN SESİNE, UMUDUNA HANÇER SAPLAMAKTADIR!

Biz Saadet-Gelecek Grubu olarak, Toroslarda tüten ocağın, Karadeniz’de hırçın dalgaların, Akdeniz’de meltemin, Ege’de güneşin üzerimizde hakkı olduğuna inanırız. Hepsinin ötesinde bu coğrafyada yaşam süren her nefesin sorumluluğunu üzerimizde hissederiz. İşte geçtiğimiz bir sene bu sorumluluk ve bilinçle çalıştık. Yüzlerce soru önergesi, Yüzlerce kanun teklifi, araştırma önergesi, yüzlerce kürsü konuşması ve binlerce kelimede tek bir şey vardı: Vatandaş! Vatandaş! Vatandaş!

Ürününü tarlada bırakan çiftçimizin, mülâkat marifeti ile hakkı yenen öğretmen adaylarımızın, enflasyon canavarı altında yaşamaya çalışan asgarî ücretlimizin, memurumuzun ve açlık sınırının altında maaş alan emeklimizin, geleceği çalınan gençlerimizin, mahkemelerde hakkı gasp edilen insanımızın, okula aç gitmek zorunda kalan yavrularımızın, Filistin’de soykırıma uğrayan mazlum kardeşlerimizin, uygulanan ekonomik politikalar yüzünden iflas eden tüccarımızın ve daha nice sorunlarla boğuşan vatandaşlarımızın feryadını bu kürsüden duyurarak haklarını aradık. Aziz milletimizin bizlere tevdi ettiği muhalefet görevini yerine getirmek için büyük bir mücadele verdik, vermeye de devam edeceğiz! Çünkü aziz milletimiz bizden çözüm bekliyor. Çünkü kadınlar ve çocuklar bizden emniyet talep ediyor. Çünkü ekonomik koşullar yüzünden yarını göremez hale gelen vatandaşlarımız çözümü bizde arıyor. Ama şunu da üzülerek söylüyorum ki; AK Parti ve MHP grupları tüm önergelerimizi reddederek; bu milletin sorunlarına, sesine ve umuduna sürekli hançer saplamaktadır!

Bizler biliyoruz, Meclis çatısı altında devam eden mücadelemizde bugüne kadar reddettiğiniz her dosyamız, Yaşanabilir Bir Türkiye ve Yeniden Büyük Türkiye'nin ayak sesleridir. Ve evet Saadet-Gelecek Grubumuz ile Yaşanabilir Bir Türkiye, Yeniden Büyük Türkiye ve Yeni Bir Dünyanın muştusunu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden vereceğiz.

‘Yeni Bir Dünya’ idealimiz, bugün en aciliyetli konu olarak karşımızda durmaktadır. Çünkü dünyanın dört bir tarafı ya çatışmalar ya da sınır gerginlikleri ile örülmüş vaziyettedir. Mevcut küresel sistem ve ulus devlet anlayışı miadını doldurmuştur. Tam da bu noktada bizim ‘Yeni Bir Dünya’ ideali ışığında insanlığa ve dünyaya bir teklif sunmamız gerekmektedir. Nasıl Anadolu’yu yüreğimizde hissediyorsak; Doğu Türkistan’ı, Arakan’ı, Keşmir’i, Bağdat’ı, Beyrut’u ve Gazze’yi yüreğimizde hissediyoruz.

İSRAİL MODERN TARİHİN EN BÜYÜK SOYKIRIMLARINDAN BİRİNE İMZA ATIYOR!

İşte tam bir yılı aşkın bir süredir İsrail, Filistin’de katliam yapıyor; modern tarihin en büyük soykırımlarından birine imza atıyor. Gelecek-Saadet grubu olarak bizler ilk günden itibaren özellikle bölge ülkelerine uyarılarda bulunduk. Siyonizm’in yegâne hedefinin Filistin’den ibaret olmadığını, sözde Arz-ı Mev’ûd hayali ile hareket ettiğini,  tüm bölgemizi kan gölüne çevirmeye çalıştığını haykırdık.

TÜRKİYE’NİN AK PARTİ YÜZÜNDEN SİYONİST TARAFTA LOJİSTİK DESTEKLE YER ALMASINI KABUL ETMİYORUZ

Bu bir yıl içerisinde Filistin ile birlikte Yemen, İran, Suriye ve son olarak Lübnan’a da saldıran vahşi Siyonizm; on binlerce mazlum kardeşimizi katletti. Şimdi haber kanallarını sırasıyla açalım ‘Beyrut yeni Gazze oldu’ şeklinde yorumları göreceksiniz. Biz Gazze’nin yıkılmasını, milyonlarca insanın yerinden oynamasını, açlık ve sefaleti hangi ara kanıksadık? Gazze ne ara bir zamir oldu? Hayır bu kabul edilemez. Bunu kanıksatmaya çalışan yerli veya yabancı, 2 kelime ya da 3 kelime kim varsa tam karşısındayız, bunun iyi bilinmesini isteriz! Türkiye'nin AK Parti yüzünden aciz kalmasını, hatta Siyonist tarafta lojistik destekle yer almasını kabul etmiyoruz. Göreceksiniz Şeyh Ahmed Yasin ile merhum liderimiz Necmettin Erbakan'ın aynı karede yer aldığı fotoğrafı inşallah bizler çok yakın bir tarihte tekrar edeceğiz. Şunun iyi bilinmesini isteriz: Saadet-Gelecek Grubumuz küresel intifadanın ayrılmaz parçalarından biridir.

İSLAM ÜLKELERİNİN SUSKUNLUĞU SADECE FİLİSTİN’E DEĞİL İNANCIMIZA, İNSANLIĞA, HUZUR VE BARIŞ İKLİMİNE DE İHANETTİR!

Tam bir sene önce, henüz katliamın ilk aylarında, bütçe görüşmeleri esnasında kürsüden konuşma yapmıştım şunu demiştim; ‘Buradan ilan ediyorum, göreceksiniz 2024’te de AK Parti iktidarı İsrail’in saldırılarına bir şey yapamayacak. 2024 bütçesi bunun ispatıdır.’ Aynen dediğimiz gibi oldu. Tek bir kurşunu, tek bir bombayı engelleyemediler. Şimdi buradan yine ilan ediyorum. 2025’te de hiçbir şey yapamayacaklar. Hiçbir şartta ve şekilde olmayacak! Peki neden olmayacak? Çünkü Milli Görüş gömleğini çıkarttılar da ondan!

Aslında bizim AK Parti’den tek beklentimiz vardı: Fazilet Kongresi’nden beri, İsrail'le yapılan gizli flörtün, ticarete yansıMAMAsıydı. Ama o da olmadı! Savaşın ilk 7 ayı açıktan, sonraki 5 ayı örtük olarak ticaret devam etti. Maalesef, İbrahim’lerin ateşine odun taşınmaya devam edildi. Türkiye’nin bu pasif tutumu başta olmak üzere, İslâm ülkelerinin suskunluğu; sadece Filistin’e ihanet değil, aynı zamanda inancımıza, insanlığa,  bölgemizin huzur ve barış iklimine de ihanettir. Çünkü biliyoruz ki, bu savaş tüm insanlığı yakmak için geliyor. Bu ateşin başta yaşadığımız coğrafya ve kadim Mezopotamya olmak üzere, Orta Doğu’ya yayılması isteniyor. Bu ateşe susarak ya da bağırarak değil; ancak; imanla, itibarla ve icraatla karşı koyulabilir!

YİNE VATANDAŞIN CEBİNE GÖZ DİKTİNİZ!

Dünya’nın dört bir tarafında ‘savaş’ tamtamları çalıyor. Asya’da Çin-Tayvan, Kuzey’de Ukrayna-Rusya, Ortadoğu’da İsrail-İran gerilimleri; dünyada yeni bir düzenin ihtiyacına işaret ediyor. Bu açıdan bakıldığında, artık her ülke için ‘Milli Savunma Sanayii’ en önemli gündem ve yatırım maddesi olmuştur. Savunma sanayinin önemi, gerekliliği ve aciliyeti yadsınamaz bir gerçektir. Bu konuda atılacak her türlü adımın yanında oluruz. Ama elbette bir de talebimiz olur. Bunun adil, şeffaf ve liyakatli bir şekilde yönetilmesini bekleriz. Fakat görüyoruz ki bu konu bile bizzat iktidarın kendisi tarafından sulandırılmaktadır. Meclis’in de gündeminde savunma sanayii ile ilgili bazı düzenlemelerle ilgili bir kanun teklifi var idi. Kredi kartı limitleri üzerinden bir tartışma yapılıyordu.

Biz bu düzenlemenin yersiz olduğunu ifade ettik ama iktidar bizi yine yanlış anladı ve bu teklifi ‘zamansız’ bularak 2025’e tehir etti. Şimdi bu konu tartışılıyor bu bir fon mu? Bir vergi mi? Fon veya vergi fark etmez, yine vatandaşın cebine göz diktiniz. Onlarca yıldır, savunma sanayini geliştirmek ve büyütmek için milyarlarca lira bütçe aldınız. Yetmedi dış borcun limitlerini zorladınız. Fakat bugün tam da savaş tamtamları çalarken savunma sanayii bahanesiyle vatandaşın cebine göz dikiyorsunuz.

Bu beklenti, iktidarın bittiğinin net göstergesidir. Her sıkıştığında milli ve manevi duyguları istismar etmekten çekinmeyen iktidar, millî duyguları sömürerek ekonomik sorunu çözeceğini zannediyor. Ama açık büyük! Ve millî duygularla toplanacak 750 TL bu açığı kapatmaya yetmeyecektir! Yetmedi! Bugün 750 TL ile vatandaşın milli olup olmadığını ölçmeye kalkışan iktidar, 3 gün sonra 1000 TL ile milletimizin inancını ölçmeye kalkarsa şaşırmayız. Vergi mi fon mu tartışıla dursun; bu düzenlemeyi bize Tekalif-i Milli’ye gibi sunanlara denecek tek bir şey vardır: Bunun adı Bad-ı Heva’dır: Hava’dan gelir, iktidarın cebine giriverir, kimsenin ruhu duymaz!

ULUSAL İFLASIN TEMEL SEBEBİ İŞ BİLMEZLİKTİR!

Tüm bunlar niçin oluyor? Ben size söyleyeyim: kötü ekonomi yönetimi ve liyakatsiz yöneticiler. Tüm uyarılarımıza rağmen; içine düştüğümüz ‘ulusal iflasın’ temel sebebi, iş bilmezliktir. Bir gün bile kapısından ayrılmadıkları batılı sermayedarlardır. Olmayan paraya inandırmak üzere tekrar ettikleri illüzyondur. Şirketlerden silinen yüzlerce milyar liralık vergi borçları, devlet kurumlarındaki lüks ve şatafat, birden fazla maaş uygulamaları, kaybolan A8 Long araçlar, yolsuzluk, israf ve rant projeleri hâlâ devam ediyor. İktidar bunları karşılamakta zorlandıkça yeni vergiler icat ediyor. Çiftçilerimizi yarını göremez hale getirdiniz. Ekim ayındayız. Çiftçi ne ekeceğine değil, ekip ekmemeye karar vermeye çalışıyor. Çünkü mahsulü tarlada kaldı. Bir yıl boyunca gözü gibi baktığı ürünü ona zarar ettirdi. Çünkü sizin uyguladığınız politikalar sayesinde girdi maliyetleri artık arşa ulaştı. Çiftçimizin beli büküldü. Hiç olmadığı kadar kendini yalnız ve kimsesiz hissediyorlar.

2024 yılı, Türkiye tarımı için bir kırılma noktasıdır. Felaketlerle dolu bu yıl, üreticilerimizi adeta kaderine terk eden politikaların bir sonucudur. Ülkemizin dört bir yanındaki üreticiler, yükselen maliyetlerin ve düşük alım fiyatlarının pençesinde, alın teriyle ürettikleri mahsullerini maliyetinin altında satmak zorunda kalmıştır.

Birçok üretici ise ürününü tarlasında bırakmış, emeğinin karşılığını alamamanın acısını yüreğinde taşımaktadır. Bu sadece üreticilerimizi değil, gıda güvenliğimizi tehdit eden bir krizdir. Türkiye’nin sofralarına dökülen bu alın teri, hükümetin yanlış politikalarıyla yok sayılmaktadır. Borçlarını ödeyemeyen, traktörünü, tarlasını satmak zorunda kalan çiftçilerimizin çığlığına hükümet kulak tıkamıştır. Siz çiftçinin sırtına borç yükleyerek bu ülkenin geleceğini karartıyorsunuz! Bakınız bugün 16 Ekim Dünya Gıda Günü. OECD verilerine göre Türkiye; gıda enflasyonunda % 71.1 ile hem OECD ülkeleri içinde hem de Avrupa’da lider konumda. Avrupa’da gıda enflasyonu sadece %3.3. Siz tarlaya, çiftçiye yüzünüzü dönmezseniz sonuç işte bu olur. Yarın da 17 Ekim Dünya Yoksullukla Mücadele Günü. Günler geçiyor, AK Parti iktidarı her gün sınıfta kalıyor.

Tarlada yoksunuz, sanayide yoksunuz, fabrikada yoksunuz, markette, pazarda, çarşıda, sokakta yoksunuz; siz saraylarda, köşklerde ve lüks villalarınızdasınız, A8 Long araçlarda varsınız. Milleti unuttunuz, kötü bir ekonomi ile milleti baş başa bıraktınız.

MEVCUT ANAYASAYA UYMADAN İKTİSADİ GÖSTERGELERİ DÜZELTMEDEN YENİ ANAYASA ÜZERİNE KONUŞMAK HAVANDA SU DÖVMEKTİR

Bu ülkede ne zaman ekonomik sorunlar baş gösterse, hükümet gündemi değiştirme çabasına girer. Mesela şu an sanki en acil konuymuş gibi yarın tüm sorunlarımızı çözecekmiş gibi Anayasa tartışması yapılıyor. Defaatle söyledik, yine söyleyelim: sivil, dili ve içeriğiyle bugünü ve yarını kucaklayan, en önemlisi 85 milyonun tamamının ‘işte benim anayasam’ diyerek sahipleneceği, baş tacı edeceği bir metni milletimizin takdirine sunmalıyız. Ama keşke önce mevcut Anayasaya riayet etseler de sonra eksiklerini tartışmaya başlasak. Son yıllarda adalete, hukukun üstünlüğüne verdikleri zarara baktığımızda; iktidarın niyetinden bir kez daha şüphe duyuyoruz, samimi bulamıyoruz.

Kutuplaşma, hamaset, milli ve manevî değerlere saldırı, kötü yönetim, adaletsizlik, gerçek ve sanal mafya, gençliğimizi ahlâken ve vicdanen esir almış dijital karanlık, kırsala kadar yaygınlaşan madde bağımlılığı bu şekilde devam ederken hangi Anayasayı yaparsanız yapın, toplumsal barışı ve güvenliği sağlayamazsınız! Mevcut Anayasaya uymadan, iktisadi göstergeleri düzeltmeden, toplumu esir alan şiddete son vermeden; yeni Anayasa üzerine konuşmak, havanda su dövmektir.

GÜVENSİZLİK HİSSİ HER VATANDAŞIMIZI SARMIŞ DURUMDA!

Türkiye’nin Anayasa tartışmalarının ötesinde başka bir gerçekliği var, bunun üzeri başka gündemlerle örtülemez! Bu sorunun adı; sosyal çürüme ve artan şiddet! Güvensizlik hissi her bir vatandaşımızı sarmış durumda. Bunu son dönemde çok sık kurduğumuz cümlelerden anlayabiliriz: Narin’in katili kim? Rojin’in başına ne geldi? Şehit polisimizin katili kaç yıl ceza alacak? Savcımızı makamında kim, niçin tehdit etti? Şu sorulara bakar mısınız? Çok acı ama bu soruları tüm Türkiye soruyor. Son aylarda bu şiddet sarmalı ne yazık ki görevi başındaki polislerimizin bile canına mal olmaya başladı. Emniyet mensuplarının bile emniyette olmadığı, sokak ortasında şehit edildiği bir ülkeyi hiçbir vatandaşımız hak etmiyor. Bunu birileri yazsaydı abartı bulurduk. Fakat biz bugün tam olarak bunu yaşıyoruz. Ülkemiz cinnet geçiriyor. Eline bıçak alan, silah alan kurban aramaya başlıyor. Maalesef kurbanlar çoğu zaman ya çocuklar ya da kadınlar oluyor. Sicili arşa ulaşmış, katalog suçların neredeyse tamamını işleyip her türlü suça bulaşmış kriminal tipler sokakta cirit atıyor. Bugün adalet çeteler tarafından sokaklarda infaz ederek gerçekleşiyor. Kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere tüm vatandaşlarımız dışarıya çıkarken ölüm korkusu ile çıkıyor. Okula gidenin eve döneceğini garanti edemeyen bir ülkede yaşıyoruz. Gencecik kızlarımız kanımızı donduran bir vahşetle parçalanıyor, sokakta yolunda yürüyen bir kadın iki şehir eşkıyası tarafından toplum içinde tacize uğruyor. Polisimiz görev esnasında bıçaklanıyor. Bu caniler bu cesareti nereden buluyor? Bu cesareti maalesef mevcut infaz yasamızdan buluyorlar. Öncelikle şunu ifade etmek isterim Türk Ceza Kanunu, elbette pek çok ceza için, dünya ortalamasının üstünde cezalar öngörmüştür. Fakat bu cezaların, infazı noktasında büyük bir açık bulunmaktadır. Sorun infaz yasamızdan kaynaklanmaktadır.

Bu konuda acilen harekete geçilmelidir. Ve bu konuda her türlü desteği vereceğimizi daha önce ilan etmiştik, buradan yine ilan ediyoruz. Gelin bu tablodan kurtulmak için ne gerekiyorsa hep birlikte yapalım. Suça karşı topyekun savaş açalım. Öncelikle suçu ortaya çıkaran toplumsal zeminle mücadele edelim. Ahlaklı ve empati yeteneği olan bir nesil yetiştirelim. Ceza ve infaz yasasını değiştirip caydırıcılığı sağlayalım. Hukuk önünde herkesin eşit olduğu ve adaletin kamil manada sağlandığı bir Türkiye inşa edelim. Adaleti siyasetten arındırılalım. Güçlünün delip geçtiği, güçsüzün ceza aldığı bir hukuk algısıyla mücadele edelim. Artık bunu görmezden gelme lüksü kalmadı. Aksi takdirde ülkemiz maalesef karanlık bir geleceğe doğru hızla ilerlemektedir.

Milletimizi, gençlerimizi ve aslında ‘geleceğimizi’ ilgilendiren bir başka konu olan eğitim meselemize burada değinmek isterim. Malumunuz, daha 6 ay önce, büyük gösterilerle ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ açıklandı, ama bu büyük sözlerin arkasında herhangi bir altyapı göremedik.

ÖĞRETMENLİK MESLEK KANUNU

Pek çok problemimize çözüm olacağı iddia edilen Öğretmenlik Meslek Kanunu ile altyapısız bir sistem tamamen kaotik bir hale geldi. Bütün sendikaların eleştirdiği bu kanun, mülakat garabetiyle taçlandırıldı. Daha ilan ettiği, mülakatını bile gerçekleştirdiği atamayı yapamayan bir iktidar, yılların tecrübesine sahip öğretmenlerin hemen hemen tamamını incitmiştir. Orada bir Danıştay meselesi vardı. Tüm davalar sonuçlandı takdir edersiniz ki reddedildi. Böylece artık bu konuda da bir engel kalmadı. Bir de tüm eğitimi camiasını inciten akademi meselesi var. Ücretli öğretmenlik yetmezmiş gibi şimdi bir de ücretli akademi icat edildi! Eğer eğitim fakültelerindeki akademisyenlere güvenmiyorsanız, neden kendi akademinize akademisyenler çağırıyorsunuz? Sorun akademisyenlerde değil, eğitim programında ise çözüm hemen yanı başınızda. YÖK ile MEB arasındaki 12 kilometreyi aşmak bu kadar zor olamaz? Ankara trafiğinde, otomobille 12 dakika, toplu taşımayla 45 dakika!

Akademideki bu büyük hatadan dönülmezse, gençlerimizin ömründen çalmış olacağız. 2024 yılında mezun olan bir genci, 2025 Eylül'ünde akademiye alıp 2 yıl bekletmek, onları hayattan koparmaktır. Bu konuda önerimiz basit: mezun olan gençlerimizi 2 yıl bekletmek yerine, onları 8 aylık bir programla önemli pratikleri kazandırıp hızlıca öğretmen olarak sınıflara gönderelim. Hem gençlerimizin ömründen çalmayalım hem de okullarımızı öğretmensiz bırakmayalım. Mesleklerine yakışan bir ücretle öğretmenlerimize hak ettikleri saygıyı gösterelim. Eğitimi bu kadar ciddiyetsiz bir şekilde ele alan bir iktidar, ülkemizin geleceğini inşa edemez. Eğitim, eline süpürge alıp sınıf temizlemek kadar hızlı sonuç alınacak bir mesele değildir. Süpürdüm gitti, tüm tozlar bitti diyemezsiniz. Eğitim, liyakatle, planlamayla, ciddiyetle yönetilmesi gereken bir süreçtir.

MADENCİLERİN SORUNLARI

Çok acı, başka bir tabloya dikkatinizi çekmek istiyorum. Ekonomi, güvensizlik, eğitim sorunları derken, liyakatsiz ve ciddiyetsiz yönetim hemen hemen her gün yeni mağdur grupları oluşturuyor. Bugün kadınlar cinayetle, çocuklar tacizle, doktorlar ve öğretmenler şiddetle, emekliler yoksullukla anılırken; seslerini duyurmaya çalışan bir grup daha var: Madenciler

Bugün Türkiye’de madenciler ‘facia’ ile anılıyor. Düşünebiliyor musunuz, en uzak, ‘Allah muhafaza’ denilen şeyle yüz yüze çalışıyorlar.

İşte Soma’da bulunan Fernas Madencilik işçilerinin protestosu 52 gündür devam ediyor. Açlık grevinde ise 3. gün. Peki mesajları nedir? Çok açık: ‘toplu ölüm riskine’ karşı tepki göstermek. Bizler, emekçi kardeşlerimizin yanında olduğumuzu bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Burada iki gün önce yıl dönümü olan, Amasra Faciasına da dikkatlerinizi çekmek istiyorum. 14 Ekim 2022 tarihinde, Amasra’da Türkiye Taşkömürü Kurumu’na madende meydana gelen patlamada 43 madencimiz hayatını kaybetmiş, çok sayıda madencimizde yaralanmıştı. Hatırlayacaksınız olaydan sonra bölgeye giden Sayın Erdoğan bu durumu ‘kader planı’ bağlamında değerlendirmişti. Bilirkişi raporu incelendiğinde bir trajediyi görüyorsunuz. Ben size özetleyim, yapılması gereken hiçbir şey yapılmamış. Facia geliyorum demiş ve gelmiş.

1 Kasım 2024’te yapılacak duruşmayı yakından takip edeceğiz. Türkiye’de siyasi bir normalleşme süreci yaşanacaksa, bunun en önemli göstergesi adaletin tecelli etmesi olacaktır. Bu nedenle, Amasra maden katliamı davasında yargı tam anlamıyla bağımsız hale getirilmeli ve yargının eli güçlendirilmelidir.

YELKENLER FORA! KAPTAN SAADET, ROTA SELAMET!

Çok iç açıcı bir tablo olmadığının farkındayız. Biz yoksulun imdadına yetişmek, gözü yaşlı vatandaşlarımızın gözyaşlarını silmek istiyoruz. Aydınlık bir geleceğin, 55 yıldır olduğu gibi bugün de Milli Görüş’te olduğuna inanıyoruz. Biz üretimi, istihdamı, emeği, alın terini tekrar yücelteceğiz. Rahmetli Erbakan Hocamızın iktidardayken uyguladığı politikalar bugün aziz milletimizin dilinde destan, kitaplarda örnek politika olarak duruyor. Biz bunu nasıl başardıysak tekrar başaracağız. Evet, her bir vatandaşımızın çeyrek asrını çaldınız. Türkiye Cumhuriyeti’ni, yüzyıl öncesindeki sadabad eğlencelerine geri götürdünüz. Saadet-Gelecek grubu olarak bizler Meclis kürsüsünde hakikati söylemeye devam ederken, siz hükümeti gayrimenkul projelerinde değerlendirdiniz. Defaatle uyardık; 'bu gemi batıyor' dedik, ama aldırmadınız. Şimdi sizler bu gemiyi terk etmeye hazırlanırken, bizler, Anadolu halkını asla bu sona terk etmeyeceğiz. O yüzden diyoruz ki: Yelkenler fora! Kaptan Saadet, rota selamet!